Gerçek Mucizeler!
Yaşam gerçekten büyük bir mucize. Canlıların biyolojik yapılarını inceledikçe yaşamın ne kadar karmaşık ve dahiyane olduğunu her seferinde şaşırarak fark ediyoruz. Havada, denizde, karada, ormanlarda, bataklıklarda, çöllerde, dağlarda, bozkırlarda yaşayan milyonlarca farklı canlı türü… Her birinin kendine has özellikleri var… Bu farklılıklar sadece görünüşlerinde değil biyolojik yapılarında da kendini gösteriyor.
Organlar, dokular, hücreler, organeller, moleküller, elementler, atomlar, elektronlar… Mikroskobik evrenden makroskobik evrene her aşamada birbirini tamamlayan bir yaşam zinciri. Öyle tek sarmallı da değil… Milyonlarca farklı kombinasyonla birbirini dengeleyen simbiyozlar ve ekosistemler yaratıyor. Bu kadar zengin bir yaşam ancak böyle biyo-sözleşmeler ile mümkün olurdu…
Biyo-çeşitliliğin ve yaşamın kökenlerini araştırıyoruz yüzyıllardır. Yaşam ile ilgili sayısız şey öğrendik ama çok daha fazlası öğrenilmeyi bekliyor. Açıklayamadığımız çok şey var. Belki de hiçbir zaman da açıklayamayacağımız şeyler de… Tüm bu bilinmezlik içerisine doğan insanoğlu asırlardır aynı soruları soruyor.
Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
Nasıl var olduk?
Tüm bu yaşamın kaynağı ne?
Bilimsel devrimden önce bu sorulara farklı zamanlarda, farklı topluluklarda farklı cevaplar verdik. Çoğumuz tüm bu olan bitenleri olağanüstü bir yaratılışa bağladık ve bunu içselleştirdik.
Bildiğimiz tüm canlılar içerisinde en karmaşık ve gelişmiş olanın Homo Sapience türü, yani insan olduğunu düşünüyoruz. Mükemmel bir bağışıklık sistemine, benzersiz bir zekâ ve öngörüye sahip, konuşan, icat eden ve uzaya giden bu tüysüz memeli canlı türü nasıl oldu da ilkel yaşam formlarından oluşan ekosistemlerden çıkıp bu düzeye gelişti. Kimisi bunu yaratılış kimisi ise evrim ile açıklamaya çalışır. Bazısı da her ikisiyle... Ama yine de gerçek büyük mucize Homo Sapience türü değildir.
Asıl mucize ne biliyor musunuz?
Asıl mucize ÖKARYOT HÜCRE’dir.
Tüm insanlar, hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve algleri de içeren kompleks organizmaları bakteri, mikrop ve virüsler gibi diğer yaşam formlarından ayıran ortak özellikleri ökaryot hücreye sahip olmalarıdır. Genetik kodları tutan DNA, merkezdeki çekirdekte toplanır. Hücre içi iç iskelet yapısı, hücre enerjisi sağlayan santralleri, yani mitokondrileri vardır. İşte gerçek mucize bu hücre yapısıdır.
Neden mi?
Yaklaşık 2 milyar yıl önce oluştuğu düşünülen ilk ökaryot hücreye kadar yaklaşık 2,5 milyar yıl boyunca dünyamızda bilinen canlı türleri olarak sadece BAKTERİLER ve ekstrem koşullarda yaşayan ARKELER hüküm sürdü. Her ikisi de tek hücreli ve hücre yapısı ökaryot hücre kadar gelişkin değildir. Çekirdekleri, organelleri ve mitokondrileri yoktur. Bir şekilde (herşeyin anahtarı olacak şey) bakteri hücresi ile arke hücresi biraraya gelip ilk ökaryot hücreyi oluşturdu. İŞTE GERÇEK BÜYÜK MUCİZE BUDUR!
Bütün ökaryot hücreye sahip organizmalar bu birleşmenin ürünüdür. Yani üçüncü bir canlı organizma türü ortaya çıkmış oldu. Ancak ortada büyük bir sorun var. Basit tek hücreli bakteri ve arkeler ile ökaryot hücreler arasında çok büyük bir fark var. Daha da büyük problem şu: dünya oluştuğundan beri bakteri ve arke hücreleri sadece ve sadece bir kez bir araya geldi. Şimdi bakteri ve arke hücreleri bir araya gelerek ökaryot hücre oluşturmuyorlar. İşte bu biyolojinin kalbindeki karadelik gibidir. Bu aslında açık bir anomali. Hatta bildiğimiz en büyük anomali. Tek bir kez gerçekleşti ve bu tüm dünyayı sonsuza dek değiştirdi. İŞTE BU GERÇEKTEN BİR MUCİZE!
O zamandan bu yana bir bakteri ve bir arke hücresi bir daha asla bir araya gelip bir ökaryot oluşturamadı. Bunun sebebi bu iki tür hücrenin bir araya gelip yeni ve çok daha karmaşık bir hücre oluşturmalarının imkânsız olması aslında. O yüzden buna anomali diyoruz.
Dünya gezegenini görüp görebileceği bu büyük devrimin dışında bir mucize daha var. O da ilk canlı hücrenin oluşumudur. Sonsuz çeşitliliğe ulaşmalarına rağmen, canlıların tamamına hayat veren hücreler üç temel unsur içerirler. Bunlar; hücre bilgisini saklayan ve kalıtımı sağlayan DNA, onun daha basit bir akrabası olan RNA ve hücredeki birçok önemli görevi yerine getiren proteinler. İlk hücremsi yapılar bu üç bileşene sahip olmalı. Ve elbette bu üç bileşeni sarıp bir yapıya kavuşturan yağ asidi bazlı bir zar…
Peki ilk hücre nasıl oluştu? Son yıllarda yapılan çalışmalar biyolojik canlılığın mikro dünyanın fiziksel ve kimyasal fenomenlerinden oluştuğunu söylüyor. Yağ asitlerinin küre kafaları suyu severken kuyrukları suyu sevmez. Bu nedenle suda lolipop şeklindeki yağ asitlerinin kafaları dışarda kuyrukları merkezde toplanır. Yağ damlasının sudaki hali…
Tuzlu su yağ asitlerinin bu yapısını düzensizleştirirler. İlginç olan ise aminoasitlerin bu yağ baloncuklarını daha istikrarlı bir hale getirmesi. Aminoasitleri merkeze alan yağ küresi tuzlu suda bile bozulmuyor. Yağ asitleri ve aminoasitlerin bu kimyasal simbiyozu ilk canlı hücrenin oluşmasına öncülük etmiş olabilir.
İŞTE ASIL BAKMAMIZ GEREK GERÇEK MUCİZELER BUNLAR!