Son Mutlak Galibiyet Mücadelesi mi?
Yaklaşık 4.5 milyar yır önce yer yüzünde meydana gelen ilk canlı hücreden önce organeller, ondan önce DNA, ondan da önce RNA yapısının oluştuğu tahmin ediliyor. RNA Virüsleri bildiğiniz gibi RNA ve proteinden oluşan “basit!” yapılardır. İşte bu basit yapılar ilk canlı hücresinden bile daha yaşlıdır. Yani virüsler dünyanın kendisi kadar yaşlı olabilirler. Sadece 200 bin yaşındaki genç Sapiens ile karşılaştırıldığında bu “basit!” yapılar çok daha deneyimli ve dayanıklı görünüyor.
Covid-19 RNA virüsü nedeniyle tüm dünyanın gözü virüslere çevrildi. An itibariyle yeryüzünün iki güçlü istilacısı karşı karşıya...
Biri dünya tarihi boyunca hiç yok olmadı. Yani yenilgisiz. Çünkü çok “basit!” bir yapıya sahip. Sadece RNA ve proteinden oluşuyor. Diğeri ise genç bir tür ama yeryüzünün gördüğü en büyük makroskobik dünya istilacısı.
Kavramları netleştirmek adına; DNA, kendisini ve RNA’yı üretebilir ancak RNA DNA’yı üretemez. Bununla birlikte istisnai bazı RNA türlerinin DNA üretebilecekleri biliniyor. Yani RNA’lar tüm yaşamın ilk formları da olabilir.
Yaşamın Kısa Tarihi
Dünyanın yaklaşık 4.53 milyar yaşında olduğu tahmin ediliyor. Başta alev topu halindeki dünyanın soğuması yaklaşık 50 milyon yıl almış. Bu noktadan sonra dünya yüzeyinde okyanuslar ve göletler oluşmaya başlamış. İlk canlıların da bu sularda ortaya çıktığı tahmin ediliyor. Yer kabuğu ise dünya oluştuktan ancak 100 milyon yıl sonra katılaşabilmiş.
Bilinen tüm yaşam formlarındaki eşleyici esas itibarıyla deoksiribonükleik asittir. Yani DNA. Önce tek iplikli RNA, ardından çift iplikli sarmal şeklindeki DNA oluşmuş olabilir (Önce RNA, Önce DNA hipotezleri bu öncelik sırası ile ilgili karşıt fikirdeler). RNA ve DNA’nın yapıları ve kopyalama sistemleri ilk ilkel eşleyicilerde olduğundan çok daha karmaşık olsa da ana yapı taşları aynıdır.
2.4 milyar yıl önce oksijenli fotosentez ile atmosfere oksijen verilmeye başlandı. Organellere sahip ilk karmaşık ökaryot organizmaların kanıtları 1.85 milyar yıl öncesini gösteriyor. Bu organizmalar metabolik işlemleri için oksijenden yararlanarak çeşitlenip farklılaştılar. 1.7 Milyar yıl önce özel işlevleri yerine getiren farklılaşmış hücrelere sahip çok hücreli canlılar görülmeye başlandı.
Su yosunları 1.2 milyar yıl önce, omurgalılar 525 milyon yıl önce, ilk kara bitkileri ise 450 milyon yıl önce ortaya çıkmaya başladı. 250–290 milyon yıl önce, Permiyen devri boyunca, memelilerin atalarını da içeren sinapsidler karaya egemen oldular.
Sonra 251,4 milyon yıl önce tüm canlı türleri toplu bir yok oluşun eşiğine geldi. Yok oluşların anası olarak adlandırılan bu olay, tüm deniz türlerinin %96'sının ve karalardaki omurgalı türlerinin ise %70'inin tükenmesine yol açtı. Bu, dünyanın en şiddetli ve böceklerdeki tek kitlesel yok oluş olayıdır. Büyük yok oluştan milyonlarca yıl sonra dinazorlar dünyaya egemen oldular. Ardından 65 milyon yıl önce bir gök taşının dünyaya çarpmasıyla onlar da yok oldu.
Milyarlarca yıl boyunca; ilk molekülden, RNA-DNA’ların ortaya çıkmasına, ilk hücrenin oluşmasından ilk canlı ve ilk bitkilerin ortaya çıkmasına kadar, ardından canlı türlerinin çeşitlenmesine kadar oldukça zahmetli, karmaşık ve zor bir süreç geçirdi dünya ekosistemi. Tüm bu süreçte birçok deneme (soyu tükenen formasyonlar, türler, cinsler…) başarısız oldu. Bunlardan sadece çok azı şimdiye kadar hayatta kalmayı başardı. Canlılar arasında şu an tartışmasız en istilacı ve yayılmacı, dolayısıyla başarılı tür Homo Sapiens gibi görünüyor. Ama karşısında da yaklaşık 4.5 milyar yıl yaşında olan ve ilk başarılı denemelerden biri olan Virüsler var. İşte tam da bu yüzden son mutlak galibiyet mücadelesi adını verdim bu yazıya.
Antroposen’de Kesişen Yollar
Homo Sapiens açık bir biçimde makroskobik evrendeki tüm canlı türleri arasında hayatta kalma, çoğalma ve hakimiyet sağlama açısından en başarılısı. Diğer tüm hayvanların saldırılarından kendini koruyabilecek araçlara sahip. Tüm diğer hayvan türlerini geride bırakarak bir bağışıklık sistemine sahip ve beslenme piramidinin tepesine çoktan yerleşti.
Sadece canlılar arasında değil cansız dünyaya da hükmeder görünüyor Sapiens. Madenleri işliyor, yakıt üretip ve hemen herşeyi tüketiyor. Tabi ki havayı, toprağı ve suyu görülmemiş ölçüde kirleterek. Doğada var olmayan (plastik gibi) yeni maddeler üretiyor ve kullanıyor. Bu doğada olmayan atıkları ile de doğal dünyanın her yerini pervasızca kirletiyor. Öyle ki dogrudan veya dolaylı olarak insan türünün dünya gezegenini sekillendirdigini söylemek mümkün. Tam da bu nedenle jeologlor yeni bir çağdan bahsediyor: Antroposen Çağı. İnsan atıkları ile şekillenen bir dünya. Yani, yaşlı gezegenimizin bu dönemini insanoğlunun atıkları ve etkileri şekillendiriyor.
Peki mikroskobik evrende durum ne?
Mikroskobik evrende durumlar çok daha farklı. Mikroorganizmalar; bakterileri, mantarları, arkeaları, protistleri, mikroskobik bitkileri; ve plankton, planarya ve amoeba gibi mikro hayvanları da kapsayan çok çeşitli mikroskobik varlıkları kapsar. Mikroorganizmalar, biyosfer’in akar su olan her yerinde, okyanus tabanındaki sıcak su kaynaklarında, atmosferin üst tabakalarında ve yerkabuğunun iç kısımlarındaki kayaların derinliklerinde bile yaşarlar. Mikroorganizmalar, saprotrof olarak iş gördükleri için ekosistemlerin besin çemberinde çok önemlidirler.
Mikro evrende mikroorganizamaların dışında, canlı olmayan moleküller, partiküller, tozlar ve atomlar da vardır her tarafta. Bir de canlı ile cansız arasında sayılan, ilk başarılı akıllı tasarımlar olan Virüsler. Bunlar, uygun koşullar oluştuğunda kendini kopyalayabilen ilk kendinden hareketli varlıklar.
İki Güçlü Rakip
Mikro organizmaların çoğu makroskobik canlı türleri olan hayvanlardan, kuşlardan, sürüngenlerden ve balıklardan daha dayanıklı, daha uzun ömürlü ve daha üreğendir. Yine de İnsan bu canlı mikroorganizamalarla yok etme yoluyla (antibiyotikler) başa çıkabilmektedir.
Bakteriler gibi mikro organizmalar daha büyük canlıların yaşamlarını sürdürmesi için hayati önem taşırlar. Sindirim sistemi bunlardan biridir. İnsan kalın bağırsağında, insanın 100 trilyon hücresinin 10 katından fazla yararlı bakteri bulunur örneğin. Bu bakteriler besinlerin sindiriminde insana yardımcı olur. İnsan vücudunun 18 farklı bölgesinde buna benzer mikrobiyata olduğu biliniyor. Kalın bağırsaktaki mikrobiyata insan vücudunun işleyişi üzerinde o denli önemlidir ki “ikinci beyin” olarak da adlandırılır.
Bakterilerle ilgili kapsamlı bilgiye sahibiz ama Virüsler ile ilgili yeterli bilgiye sahip değiliz. 4 milyar yıl öncesine ait katmanlarda bakteri fosilleri buluyoruz ama virüslere ait hiç bir iz bulamıyoruz. Çünkü virüsler bakterilerden 1000 kat daha küçük, daha basit ve daha kırılgandır. Virüsler hemen hemen her yerde ve koşulda bulunabilen atomlardan birazcık daha büyük çok küçük yapılardır. Bu da virüslerin doğada çok hızlı parçalandığını gösteriyor. Yani, Virüslerin kalıntıları yaşayan her canlının DNA’sında olabilir.
Hayatta kalma yetenekleri açısından mikro evrenin en başarılı canlısı Virüsler diyebiliriz. Çoğalmak için besin kaynağına veya enerjiye ihtiyaç duymazlar. RNA’dan oluşan basit genetik kodları çok hızlı bir şekilde mutasyon geçirerek farklı koşullara hızla adapte olabilirler. Virüsler; bakteriler, arkeler ve çekirdek zarı olan ökaryot mikroorganizmalar da dahi tüm canlılara bulaşabilirler. Bu canlıları konak olarak kullanıp çoğalabilirler. Yani canlılar olduğu müddetçe Virüslerin işleri çok kolaydır.
Virüsler
Vürüsler hücereye girmek için milyarlarca yıl içinde sürekli mutasyon geçiren ve hücre zarı moleküllerini taklid eden protein kılıflarından yararlanır. Bir defa hücreye girdikten sonra mesajcı RNA’yı kullanarak hücrede protein sentezleyen ribozomlara virüs proteini imal etme talimatını verir. Hücre aynı anda onbinlerce virüs RNA’sı üretir. Böylece hücre patlar ve yeni hücrelerde benzer olayı yapmak için ortama onbinlerce yeni virüs yayılır.
Tüm virüsler bu işlemi yapmada başarılı olmaz. Kimisi hücrede öylece pasif bir şekilde kalır. Bunlar aslında virüslerin kalıtımını sağlamaya yarayan kalıtım virüsleridir. İnsan genlerinin %8’nin viral genler içerdiği tahmin ediliyor.
Virüsler hızla mutasyon geçirdikleri için canlı türlerinin gelişiminde ve bağışıklığın evriminde de önemli rol oynamışlardır.
Asalak yaşayan virüslerin nasıl ortaya çıktığına ilişkin farklı teoriler bulunuyor. Önce RNA teorisinde, virüsler ilk DNA’ların ve dolayısıyla bilinen tüm canlıların atası olabilir. Diğer bir teoriye göre ise hücredeki mesajcı RNA hücreden kaçıp virüsü oluşturdu. Üçüncü bir teoriye göre ise Virüsler önceleri bağımsız yaşayan bakterilerdi. Kommensalist yaşam sonrası parazite dönüştüler ve gereksiz bileşenlerini atıp geriye işe yarar en son iki bileşeni (RNA ve protein kılıf) kalana kadar mutasyon geçirdiler.
Mikro dünyanın efendileri Virüsler ile Makro dünyanın efendileri Sapiens arasında amansız bir mücadele başladı son yüz yıllarda. Birkaç yüzyıl öncesine kadar haberimizin dahi olmadığı mikro evreni hızla keşfedip öğrenmeye başladık. İlaçlar ve aşılar ürettik. Ama bu arada virüsler de alışkın oldukları üzere hızla mutasyon geçirdikler. 2000’li yıllardan sonra bu savaş iyiden iyiye kızışmaya başladı. Son 20 yılda 1000’den fazla salgına neden oldu virüsler. Şimdiye kadar virüsler, milyarlarca yıllık deneyim üstünlüğüyle önde görünüyor.
“Büyük Yok Oluş veya Büyük Değişim”
Şu bir gerçek ki Sapiens dünyanın en güçlü bağışıklık sistemlerinden birine ve gelişmiş teknolojilere sahip. Dahası kendisi de en az virüsler kadar hızlı öğrenen bir tür.
Eğer herhangi bir canlı türü olsaydık bu süreçte yok olabilir veya ağır bir evrimsel süreçten geçip dönüşmek zorunda kalırdık. Bu, en iyi ihtimalde bile insan türünün %99’u yok olurdu. Ama biz sadece evrimsel süreçte başarılı olan bir tür değiliz. Çünkü, tüm canlılar arasında en güçlü bağışıklık sistemlerinden birine sahibiz. Ama bunun da ötesinde bir şeye daha sahibiz. Evrime bile müdahale edebilecek Bilime…
Gelişmiş işbirliği yetimizle, bilim ve teknolojiyi kullanarak bu evrimsel kırılma noktasına müdahale edebiliriz.
Asıl soru ise hangi yönde ve nasıl müdahale etmeliyiz?
İngiltere’nin Covid-19 karşısında ilk etapta yapmaya çalıştığı gibi evrime karışmadan kendi haline bırakma şansımız yok. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi iki olası seçenek de Sapience’i mahveder.
Böceklerin geçirdiği ilk büyük yok oluş ve dinozorların yer yüzünden silinmesi de dahil birçok hayvan ve mikroorganizma türünün yok oluş süreçlerini inceleyerek bazı senaryolar oluşturabiliriz. Bu türlerin birçoğu felakete hazırlıksız yakalandı. Hiçbiri olası durumları göz önünde bulundurarak hazırlık yapmamıştı. İnsanların ise öne çıkan en belirgin özelliklerinden biri olası durumlar için önlem almak. Bu noktada bilim ve teknolojiden yoğun bir şekilde yararlanarak ardı arkası gelmeyecek viral salgınlara hazırlanmalıyız. Gerekirse apokaliptik senaryolara uygun projeler de başlatmalıyız.
Tabi ki bilim kurgu filmlerini andıran önlemlerden önce makul ve mantıklı önlemler alabiliriz. Bunların başında sosyal izolasyon geliyor. Salgın kontrol altına alındıktan sonra da sosyal izolasyonun daha iyi sağlanabileceği yeni yerleşim ve yaşam düzenleri, yani yeni normaller üzerinde çalışmamız gerekiyor. Bu yeni yaşam tasarımlarının ortak özelliklerinden bazıları şunlardır:
- Ev yapımı bir yaşam için hazırlanmalıyız: evde üretim için gerekli sistemin kurulması.
- Akıllı ve kendi kendine yeten (Alternatif enerji ile elektrik, su, ileri tarım, internet vd.) otonom yaşam alanlarının inşa edilmesi.
- Birbirinden uzak, dağıtık yerleşim düzeninin kurulması,
- Şehirleşmenin acilen tersine döndürülmesi,
- Kırsal yaşamın internet, güçlü kargo ve kamu hizmetleri ile güçlendirilmesi.
Elbette daha fazlası da sayılabilir. Onları da sizin yaratıcılığınıza bırakıyorum. Maksat olayın temel mantığını ortaya koymaktı.
Sonuç olarak, insan türü mikro evrenin istilacıları ve bir anlamda dünya ekosisteminin güvenlik güçleri ile başa çıkabilirse bu türümüzün dünya kaynaklı tehlikelere karşı son mutlak galibiyeti olabilir. Bu bir mutlak galibiyet olur. Ama aynı zamanda insan türünün son galibiyeti de olabilir.
Dünya ekosisteminin kendine özgü bir dengesi vardır. Bu dengenin bir noktasında çıkan bozulmalar ekosistemin diğer üyeleri tarafından baskılanır ve dengeye uymaya zorlanır. Bu süreç de çoğunlukla evrimle sonuçlanır. Eğer bizler Virüsler ile de başa çıkmayı öğrenirsek artık dünya ekosisteminin güvenlik kalanının dışına çıkmış oluruz. Ki ben çoktan bu kalkanı zorladığımızı düşünüyorum. Bu olduğunda, insanoğlu dünya ekosisteminin evrim döngüsünü kırmış olacaktır.
Sonra ne mi olur? Birçok kestirimde bulunulabilir. Ama benim öngörüm insanoğlunun kendi türünün gelmişimi ve evrimini kendisinin üstleneceği yönünde. Bizler bu gezegende doğduk ve evrildik ama yaşamlarımızın bu gezegende son bulacağını düşünmüyorum. Artık dünya ekosistemin üstüne çıkıp kozmik ekosistemde yeni gelişim olasılıklarına yelken açabiliriz…